5 Mart 2015 Perşembe
MASUMİYET MÜZESİ-ORHAN PAMUK
“Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.”
“It was the happiest moment of my life, though I didn’t know it.”
Aslında
çoğu insan bu roman için “Aşk Romanı” diyor ama benim için “Aşktan çok, tutku”
olan bir kitap. Hatta
Kemal’in Füsun’a olan saplantısı. Kitabın kalın olması sizi korkutmasın çünkü dizi izler gibi okuyorsunuz
romanı.
Çok
beğendiğim kitaplardan 2.’si. (İlki için bknz. http://kitapcikizmelike.blogspot.com.tr/2015/02/serenad-zulfu-livaneli-serenad-ne.html
)
Kitap
çok akıcı, sizi içine çeken cinsten ama şöyle bir eleştiri yapayım ilk 300
sayfasına kadar mükemmel gidiyor 300’den sonra klasik Orhan Pamuk romanlarına
dönüşüyor yani ağdalaşıyor. Bence Orhan Pamuk’un tek kötü yanı, romanlarını çok
uzatması.
Kitap
öyle bir tutku dolu ki bittiğinde 2 hafta yeni kitaba başlayamamıştım. Hala
daha ara sıra karıştırırım sayfalarını.
Yeniden canlanır Füsun gözümde.
Sanırım
beni bu kadar etkilemesinin nedeni gidip müzeyi görmem oldu. Galatasaray
Lisesi’nden aşağıya, Çukurcuma’ya yürüdüğünüzde müzeye ulaşabiliyorsunuz. Hatta
biletiniz kitabı götürdüğünüz taktirde bedava.
Muhteşem
bir atmosferi var. İlk girdiğinizde sizi Füsun’un izmaritleri karşılıyor. En
üst katta da Kemal’in mütevazi odası. O toplanan eşyalardan etkilenmemek
imkansız.
Müzeden
çıkarken ağzınızdan dökülen ilk cümle “Füsun’un izmaritlerini toplayan da bir
adamdı…” oluyor.
İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar...
23 Şubat 2015 Pazartesi
ABİM DENİZ - CAN DÜNDAR / HAMDİ GEZMİŞ
Abimmm…
Deniz Abimmm…
Can Abimmm….
Kitabın isminden de belli olduğu üzere Hamdi Gezmiş (Abi) tarafından yazılmıştır. İçeriğinde şimdiye kadar
yayınlanmamış mektuplar ve fotoğraflar olan anı kitabı olmuş.
Şimdiye kadar Deniz hakkında birçok kitap
okudum. Genel olarak hep aynı kavramlar anlatılıyordu kitaplarda, fakat bu
kitap farklı olmuş. Deniz, sadece Hamdi Abi’nin abisi olmamış bizim de abimiz
olmuş. Tabi Can Dündar’ın çok büyük bir rolü var bu konuda. Bir kitaptan çok
belgesel tadı yaratmışlar.
Hamdi Abi’ye, “Abi” diyorum çünkü imza ve
söyleşi gününde biraz sohbet etme fırsatımız oldu. “Deniz Abim’i öpemedim ama
sizin elinizi öpmek istiyorum.” demiştim de O’da bana güzel kalbiyle,
gülümsediğinde gözleri kısık kısık olan bakışlarıyla; “Yerini tutmaz ama Hamdi Abinin
yanaklarından öp o zaman.” demişti. Bu da
bana yetti. Artık ikinci bir “Abim” oldu.
Altını çizdiklerimden;
“Deniz abim, bir süre sonra bizi aştı; toplumun
mülkiyetine geçti. 6 Mayıslarda biz bile kalabalıktan mezarlığa yanaşamaz
olduk. "Ben kardeşiyim," diye yol istediğimde, "Hepimiz
kardeşiyiz!" cevabını alıp gururlandığım çok olmuştur.”
“15 Mart sabahı, iki motosikletle, cam gibi
buzlu yola çıktılar. Birinde Deniz ve Yusuf vardı: diğerinde Sinan'la Tayfun.
Yol ayrımında durup vedalaştılar. Sinan, Deniz'le Yusuf'a bir daha
görüşmeyeceklerini bilir gibi sımsıkı sarıldı.
Ve ayrıldılar.
Sonsuza dek...”
Kitabı okurken “Okumaya doymak olmuyor, ölene
kadar doymayacağım. İdamı fazla düşündüğüm yok.” (Deniz Gezmiş 15 Ekim 1971)
diyen bir adamın henüz 25 yaşında olduğunu unutmayın lütfen !!!
Yenilmişsem
Elim kolum bağlı
Boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam darağacına
Dudaklarımda yarın
Gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni?
Kapılar kapalı
Tutulmuşsa gece kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi
Sunmayacak mıyım insanlara?
Bakmayacak mıyım yarınlara?
Seslenmeyecek miyim insanlara?
DENİZ
GEZMİŞ
Bir daha hiçbir kitabın sonu beni bu kadar
ağlatmayacaktı…
İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar…
20 Şubat 2015 Cuma
SERENAD - ZÜLFÜ LİVANELİ
Serenad…
Ne
aşkla, ne özlemle okudum bu kitabı bilemezsiniz. Ne gözyaşlarıyla tamamladım.
2011
yılıydı ve ben üniversiteye gidiyordum. Malum öğrencilik demek parasızlık
demekti. Dost Kitapevi’ne her gittiğimde açıp açıp koklardım kitabı. Hatta bir
gün Dost’tan çıkarken elime bir broşür tutuşturdular bir açtım Serenad’ın
tanıtımı. O bile beni o kadar mutlu etmişti ki hala saklarım o broşürü kitabımın
arasında. İki sene sonra alabilmiştim kitabı, 3 Aralık 2013. Hiç unutmam. Böyle
sevgiliye kavuşmak gibi bir şeydi.
Livaneli
benim için bambaşkadır. Bütün kitapları öyledir ama Serenad hep başka olacak
sanırım benim için. Serenad’ı okurken sanki roman okumuyor da bir film
seyrediyormuşsunuz gibi, o kadar çekici bir hikayesi var. Hikayenin ana
kahramanları Maya Duran ve Maximilian Wagner, Maya’nın babaannesi ve anneannesinin
ilginç hikayesi, Profesör Wagner’in eşi Sevgili Nadia… Tarih boyunca yaşanan
acılar, üzüntüler, eziyetler, ırk ayrımları, birbiriyle iç içe geçmiş
yaşantılar, gözyaşları… Kitabı bitirdiğimde bir de bu hikayenin gerçek olduğunu
öğrendiğimde tamamen bir tutkuyla bağlandım kitaba. O kadar bağlandım ki
kemandan çıkan serenadı hayallerimde yaşattım. O hiç duymadığım müzik, kemandan
çıkan o ses hayallerimde o kadar güzeldi ki benim için dünyanın en güzel
tınısı.
Hala
“En sevdiğin kitap hangisi?” diye sorsalar göğsümü gere gere 'Serenad' derim.
Altını
çizdiklerimden;
...ve
birden gördüm içimden yükselen çığlığı zorlukla bastırdım elimle ağzımı
kapattığımı fark ettim. Buradaydı işte elimdeydi sararmış bir nota kağıdına
hala solmamış olan çini mürekkeple yazılmıştı ve üstünde şunlar yazıyordu;
“SERENADE FÜR NADİA”
“Bir
gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir erkek çıkmayacak mı
karşıma! Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor
mu? İlle de, ben bu hayattan bıktım, türünden sözler mi etmeliyim? İşim çok
dediğimde, bana sahip çıkacak bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri…
Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi
nasıl anlamaz? Düpedüz sarıl bana dedikten sonra, sarılmanın ne anlamı kalır! Olmayacak
duaya amin deme duygusunu yaşıyorum sürekli. ”
“Her
insan kendi hayatının başrolünde oynuyor...”
“İstanbul vefasız bir sevgiliye benzer. Sana hep
ihanet eder ama sen yine de onu sevmeye devam edersin...”
“Bir
kız çocuğunun büyümesi ne zaman biter acaba? İlk adet gördüğünde mi, 18 yaşını
doldurunca mı, evlenince mi, saçına ilk ak düşünce mi?
Bence hiçbiri değil. Bir kız çocuğu büyümez, kaç yaşına gelirse gelsin asla
büyümüş gibi hissetmez kendini. Son nefesini içi arzularla, heyecanlarla dolu
bir kız olarak verir. Ama değişim yaşar. Hayat o kızı sürekli değiştirir ve bu
değişimlerin hiç şaşmayan bir aktörü vardır: Bir erkek.”
“Her
zaman olduğu gibi, cehenneme giden yollar yine iyi niyet taşlarıyla döşenmişti.”
“Devlet diye gerçek bir şey yok ki. En tepede
kendini devlet sanarak kararlar alan insanların yaşamasına ya da ölmesine karar
veren çobanlar var!”
“Bu
dünyada nereye gitsen doğanın güzelliği ve insanoğlunun zalimliği karşına
çıkıyor.”
"Aramızdaki
temel fark ne, biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar,
bayraklar ve din görüyorsun!"
"Peki, sen ne görüyorsun bakalım?"
"Peki, sen ne görüyorsun bakalım?"
"İnsan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir
insan."
-Giriş
kapısında niye polis var?
-Onlar
uzun yıllardır üniversiteleri, üniversitelilerden koruyorlar.
İyi
okumalar diliyorum.
Kalbi
Selamlar…
"SAHAFINI KORU-KİTAP AŞKINA" Ankara’ya
Ankara’da
bugün şölen başladı.
20 Şubat-1
Mart 2015 tarihleri arasında ATO Congresium’da gerçekleşecek 9. Kitap Fuarı’nda
30 Sahaf, 200 binden fazla kitap ve pek çok koleksiyonluk eşya olacaktır.
Fuara giriş; durumlarını gösteren kimlik kartları ile
gelen öğrenci ve öğretmenler için ücretsiz, diğer ziyaretçiler için ise sadece
1 TL.
Katılımcı listesine buradan ulaşabilirsiniz; http://www.eylulfuar.com/index.php?p=30
Alan krokisi ise şöyle;
Hiçbir şey
almasanız bile çok değerli, çok emek veren, işlerini severek yapan sahafları
gidip görmelisiniz, onlarla sohbet etmelisiniz. Kitap kokusuna hasret kalmayalım.
İyi okumalar
diliyorum.
Kalbi Selamlar…
19 Şubat 2015 Perşembe
TESİRSİZ PARÇALAR - ALİ LİDAR
O kendisine "Dük" diyor
ama ben ona “Alengirli Şiirler Yazan Adam” diyorum. Hemen hemen her duvarda
şiirlerini, sözlerini bulabilirsiniz Büyük Dük’ün. Uzun zamandır bloğundan
takip ediyordum. Bakınız; http://lidar-kkyy.blogspot.com.tr/
Sadece "müzik ikiye ayrılır müslüm ve gayrımüslüm" sözü için bile sevebileceğim adam.
Tesirsiz Parçalar
kitabını da bloğundan paylaştığı yazılarla toparlamış. Kitabın tamamı bir öykü
ya da bir roman değil. Her bir sayfası ayrı bir hikaye. Ben okudukça Ah Muhsin
Ünlü tadı alıyorum biraz. O da böyle alengirli şiirler yazar ya hani.
Sadece "müzik ikiye ayrılır müslüm ve gayrımüslüm" sözü için bile sevebileceğim adam.
Kitaptaki
hikayeler çok samimi, çok içten yazılmış. Kitabı bitirdiğinizde ne çabuk bitti
diyebiliyorsunuz. Dük hayranları için kitaplığınızda bulunması gereken bir
kitap.
Altını çizdiklerimden;
"Tesirsiz ne kadar söz varsa ruh
cebimde biriktirdim ki zaten ben küçükken de meraklıydım suya yazılar yazmaya."
“Yanisi şu: Sen artık bir şey yapma.
Bırak. Eğer seviyorsa seviyordur. Sevmiyorsa da sevmiyordur. Üzerine gitmenin,
sıkıştırmanın hiçbir faydası olmaz. Bırak. Sevecekse seni, sever. Sevmeyecekse
de ne yaparsan yap sevmez. O yüzden hezeyana kapılıp saçmalama...”
“Bazı geceler zaman, bir yerlerde takılıp
kalır. Bazı şarkılar sadece böyle zamanda dinleyelim diye vardır. Bazı şiirler
ancak böyle zamanlarda anlaşılabilir. Bazı hikayelere sadece ve sadece böyle
zamanlarda katlanılabilir. Bazı geceler zaman buzdan bir bıçak kadar sert,
soğuk ve şeffaftır. Görünmez bir el onu ruhumuzun en hassas noktasına batırır.”
“Hayatta insanlarda arayıp bulamadığım her
şeyi kitaplarda buldum. Başka bir güzel abimin söylediği gibi:" İyi
kitaplar dışında kimse elimden tutmadı..."
“Sonra özlüyorsun işte... Onunla çok şey
yaşamış da olsan, henüz hiçbir şey yaşamamış da olsan, bir gün öncede görsen,
hiç görmemiş de olsan, çörekleniyor içine o melun his... Tarifi zor... Hani
anlatmaya üşeniyorum derim ya bazen; aslında o gerçek bir üşenme değil... Ne
kadar uğraşırsam uğraşayım anlatamayacağımı bildiğimden, kendi kendime
uydurduğum bir savunma mekanizması sadece...”
“Beklerken bir kaç saat geçti. Yanımdan üç
beş otobüs, beş on kedi, yirmi otuz insan geçti. Parkın üzerinden siyahın bir
sürü tonu geçti. Sıkılıp eve döndüm, kumandaya gitti elim, ekrandan peş peşe
programlar geçti. Önümden elinde çay bardağıyla annem geçti. Uzaktan trenler
geçti. İçimden kısık sesle söylenen şarkılar geçti. Hatta bir ara içim geçti.
Beklerken bir sürü şey geçti, zaman bir türlü geçmedi.”
İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar…
FAKAT MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU-İLHAMİ ALGÖR
"Tütünümü,
anahtarımı aldım, tam çıkıyorum bir şeyin eksik olduğunu, eksik olanın ruhum
olduğunu fark ettim. Önemsemedim.
Yol bana uygun bir ruh önerebilirdi. Kapıyı çektim, kilidin dili yuvasına
otururken, nereye dedi. İplemedim, çıktım." Cümlesiyle başlar romana
İlhami Algör. Ve başladığı gibi de devam eder kitabına, her şey bir eksiktir
hayatında ve hiç tamamlanamaz. Hatta her şey o kadar eksiktir ki söylediği
küfürler bile tamamlanmıyor.
Bir nefeste okuyabileceğimiz kitaplardan biri. Öyle bir nefeste okuyorsunuz ki tadı damağınızda kalıyor. Ankara gezimde Dost Kitapevi’nden almıştım kitabımı. Bir çay-kahve içeyim arkadaşlarımı beklerken demiştim de almıştım elime kitabı oturduğum kafede. Normalde çok sesli ortamlarda okuyamam hiçbir şey fakat Müzeyyen bu gerçekten derin bir tutkuymuş. Unutulmayacak kitaplardan.
Hatta kitabın filmini de çekmişler 2014 yılında Dost’ta ki arkadaşlarla biraz sohbet edince onlar anlattılar bende meraklandım, henüz izleyemedim ama kitaptaki gibiyse muhteşemdir, hele ki Erdal Beşikçioğlu varsa filmde hiç tartışmasına bile girmem.
"Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku" dedim.
Tırsmaya başlamıştım.
"Hikaye" dedim. "Gel seninle anlaşalım. Sen yarım kal, adını da yarım kalan hikaye koyalım""Sen zaten neyi tamam ettin ki?" dedi bana."Aslında tam diye bir şey yoktur" dedim. "Her tam bir üst yarımın alt basamağıdır. Yani yarım da bir bütündür."
Ve kitabın sonuna ekler;
İyi okumalar diliyorum.
Bir nefeste okuyabileceğimiz kitaplardan biri. Öyle bir nefeste okuyorsunuz ki tadı damağınızda kalıyor. Ankara gezimde Dost Kitapevi’nden almıştım kitabımı. Bir çay-kahve içeyim arkadaşlarımı beklerken demiştim de almıştım elime kitabı oturduğum kafede. Normalde çok sesli ortamlarda okuyamam hiçbir şey fakat Müzeyyen bu gerçekten derin bir tutkuymuş. Unutulmayacak kitaplardan.
Hatta kitabın filmini de çekmişler 2014 yılında Dost’ta ki arkadaşlarla biraz sohbet edince onlar anlattılar bende meraklandım, henüz izleyemedim ama kitaptaki gibiyse muhteşemdir, hele ki Erdal Beşikçioğlu varsa filmde hiç tartışmasına bile girmem.
Haklı olabilirdi."Evet, biraz sapık ve tek taraflı bir
tutku" dedi, arkasını dönüp gitti.
"Hikaye" dedim. "Gel seninle anlaşalım. Sen yarım kal, adını da yarım kalan hikaye koyalım""Sen zaten neyi tamam ettin ki?" dedi bana."Aslında tam diye bir şey yoktur" dedim. "Her tam bir üst yarımın alt basamağıdır. Yani yarım da bir bütündür."
-bitse ne olur, bitmese
ne?-
Kalbi Selamlar…
ŞEKER PORTAKALI-José Mauro de Vasconcelos
“Zeze”
“Ah Zeze !!”
Aslında
kitabın en kısa özeti bu. Bittiğinde aklınızdan da kalbinizden de geçecek olan
cümle “Ah Zeze !!”
Şeker
Portakal’ı çocuk kitabı olarak adlandırılıyor ama bana kalırsa yetmiş küsür yaşıma
da gelsem okumaktan asla vazgeçmeyeceğim değerli kitaplarımdan. Kaç sefer okudum bilmiyorum. Sayamadım. Her okuduğumda bana farklı bir tat veriyor. Ne
zaman kütüphanemde kitap arayışına çıksam yine gözüm hep onu arıyor. Değerlidir. Değerlimdir.
Zeze 5 yaşında
küçük ama aynı zamanda kocaman olan bir çocuk. Okuyunca hayal gücüne hayran
kalacaksınız. İlk defa bir Noel gecesi fakir olduklarını hatırlıyor ve hikayesi
bunun üzerine başlıyor. Kitabı çok anlatmakta istemiyorum okunmalı ve sevilmeli
şeker gibi bir kitap. MEB yasaklar listesine alsa da çocuklarıma ilk okutacağım
kitaplardan. Bir de bunun Küçük Prens’i var aynı zamanda.
Okuyunca hem
hüzünlenip hem de gülüyorsunuz. Kaç yaşında olursanız olun Zeze sizi
çocukluğunuza götürüyor ve o küçücük olan yüreğinin nasıl büyük işler yaptığını
gösteriyor size. İnsanların asıl ihtiyaçları olan sevginin her şeyi nasıl
değiştirebildiğini bizlere anlatıyor.
“Daha çok anlat” dedim.
“Hoşuna
gidiyor mu?”
“Çok. Elimden
gelse seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum.”
“Bu
kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?”
“Gider
gibi yaparız.”
''Hepimiz büyüktük. Küçük küçük parçalarla,
aynı
üzüntüden payını alan büyük ve hüzünlü kişiler. ''
“Kimseden hiçbir şey beklemiyorum. Böylece hayal kırıklığına
da uğramamış oluyorum.”
"Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını
fark edemiyorum. Bazen suratıma garip bakıyorlar, o zaman uyanır gibi
oluyorum."
İyi okumalar dilerim.
Kalbi Selamlar...
18 Şubat 2015 Çarşamba
EMRAH SERBES
Merhaba,
Bugün ki yazımızda ve ilk yazımız da oluyor aynı zamanda sizlerle Emrah Serbes ve kitapları hakkında sohbet etmek istedim.
Emrah Serbes ile üniversite yıllarımda tanışmıştım. Tabi bunda Ankara'da okumamın ve bir polisiye hayranı olmamın etkileri büyüktü. Behzat Ç. ile başladım O'nu tanımaya, dizi içine çekmişti beni.
Ardından kitapları "Her Temas İz Bırakır", "Son Hafriyat", "Erken Kaybedenler", "Hikayem Paramparça" ve "Deliduman". Ve de altını bastıra bastıra çizdiğim cümleler...
"İnsan ayrılınca değil, yeniden kavuşma ümitleri tükenince yıkılır." (Deliduman-S.160)
"Acı dolu bir dünyada yaşıyorduk ve bu acıların mantıklı bir açıklaması yoktu." (Deliduman-S.99)
"İnsan babasından nefret etti mi, bütün dünyaya posta atabilir." (Her Temas İz Bırakır-S.100)
"Suskunluk bulaşıcıdır." (Son Hafriyat-S.100)
"Okudukların yaşadıklarını değiştirir, değiştirmese bile farklı bir gözle görmeni sağlar." (Erken Kaybedenler-S.123)
Hani böyle ne yazsa okuyacağın yazarlar olur ya. Emrah Serbes de benim için öyle. Hatta şöyle izah edeyim alışveriş listesini yayınlasa zevkle okurum. Seviyorum elimde değil. Anlatımı o kadar içten, o kadar bizden ki alıp biramı, fıstığımı kapısını çalasım var.
Ankara'nın kokusunu alabileceğimiz yazarlarımız vardır ya hani; Barış Bıçakçı, Hakan Günday, Emrah Serbes gibi. Okudukça daha çok seviyorum. 'İnsanın yüreğini sıkıştıran kitapların yazarları' diye adlandırıyorum bu üçlüyü.
"Bazen konuşurken birbirimize dokunuyormuşuz gibi hissediyorum." demişti bir ara
"Sanki konuşmuyoruz da sarılıyoruz."
"Uçurumlar, dik yokuşlar, yahut buna benzer şeyler beni asla yıldıramaz. Çünkü şunu çok iyi biliyorum ki bu hayatta en kestirme yol, en dik olandır."
İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar...
MERHABA :))
Merhabalar,
Uzun bir süredir hayalini kurduğum bir işe kalkıştım bugün. Okuduğum, takip ettiğim yazarları naçizane sizlerle paylaşmak istedim.
Sizler de bilirsiniz okuma oranımız oldukça aşağılarda. Elimden geldiğince,
anlatabildiğim ve sevdirebildiğim kadar paylaşımlarda bulunuyorum.
Öncelikle biraz kendimden bahsedeyim sizlere, Gazi Üniversitesi muhasebe ve finansman öğretmenliği mezunuyum, lakin gelin görün ki öğretmenlikte gözüm yok, şimdilik özel bir firmada çalışıyorum ayrıca Okan Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimime devam ediyorum. Tezimi verip mezun olursam zaman kaybetmeden doktoraya başlayacağım. Anlayacağınız okumak okumak okumak...
Hayatımda kitaplar oldukça büyük yere sahip, öyle ki odamda kitaplarım kalıyor ben sadece uyumak için gidiyorum odaya. Ve de çok fazla antika hayranıyım. Pikaplar, plaklar, daktilolar, sandıklar, kitaplar, radyolar, fotoğraflar... Eski olan ne varsa güzeldir, yaşanmışlıktır, unutulmamalıdır.
Bir çok arkadaşımın isteğiyle öykü hayatıma başladım fakat henüz yayınlayacak kadar cesaretim yok. Bir gün o cesareti göstereceğime inanıyorum. Ve o günü bende sabırsızlıkla bekliyorum.
İyi okumalar.
Kalbi Selamlar...
Kalbi Selamlar...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)