16 Mayıs 2015 Cumartesi

KONSTANTİNİYYE OTELİ - ZÜLFÜ LİVANELİ




Evet Livaneli'nin çok sağlam bir kalemi var.
Şimdiye kadar bütün romanlarını aşık olarak okudum ve bende çok büyük bir etki bıraktı hep. 


Ama bu roman beni çok tatmin etmedi, bana hiç heyecan katmadı nedense. Olaylar güzel, karakterler nefis ama kitap bir türlü içine alamıyor seni. Sırf yarım bırakmamak için okudum diyebilirim bu romanı.


Günümüz olaylarına değinmiş; Roboski'ye, Gezi Parkı olaylarına, Alevi-Sünni çatışmasına bunlar çok güzel evet ama kitabın akıcı olmayan kısmı nekropolis denilen ölüler diyarıydı. Beklediğim gibi olmadı kitap.




Çok da hevesinizi kaçırmak istemiyorum ama beni ters köşe etmiştir Sevgili Livaneli.

Oysa ne kadar güzeldir Livaneli'nin bizlere yansıttığı o muazzam dünyası.


Umarım sizlerde iyi bir iz bırakır.




İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar...


5 Mart 2015 Perşembe

MASUMİYET MÜZESİ-ORHAN PAMUK

“Hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.”
“It was the happiest moment of my life, though I didn’t know it.”






     Aslında çoğu insan bu roman için “Aşk Romanı” diyor ama benim için “Aşktan çok, tutku” olan bir kitap. Hatta Kemal’in Füsun’a olan saplantısı. Kitabın kalın olması sizi korkutmasın çünkü dizi izler gibi okuyorsunuz romanı.

     Çok beğendiğim kitaplardan 2.’si. (İlki için bknz. http://kitapcikizmelike.blogspot.com.tr/2015/02/serenad-zulfu-livaneli-serenad-ne.html )



     Kitap çok akıcı, sizi içine çeken cinsten ama şöyle bir eleştiri yapayım ilk 300 sayfasına kadar mükemmel gidiyor 300’den sonra klasik Orhan Pamuk romanlarına dönüşüyor yani ağdalaşıyor. Bence Orhan Pamuk’un tek kötü yanı, romanlarını çok uzatması.



     Kitap öyle bir tutku dolu ki bittiğinde 2 hafta yeni kitaba başlayamamıştım. Hala daha ara sıra karıştırırım sayfalarını.  Yeniden canlanır Füsun gözümde.

     Sanırım beni bu kadar etkilemesinin nedeni gidip müzeyi görmem oldu. Galatasaray Lisesi’nden aşağıya, Çukurcuma’ya yürüdüğünüzde müzeye ulaşabiliyorsunuz. Hatta biletiniz kitabı götürdüğünüz taktirde bedava.




     Muhteşem bir atmosferi var. İlk girdiğinizde sizi Füsun’un izmaritleri karşılıyor. En üst katta da Kemal’in mütevazi odası. O toplanan eşyalardan etkilenmemek imkansız.

     Müzeden çıkarken ağzınızdan dökülen ilk cümle “Füsun’un izmaritlerini toplayan da bir adamdı…” oluyor.






İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar...









23 Şubat 2015 Pazartesi

ABİM DENİZ - CAN DÜNDAR / HAMDİ GEZMİŞ




Abimmm…            
        
Deniz Abimmm…

Can Abimmm….
      



     Kitabın isminden de belli olduğu üzere Hamdi Gezmiş (Abi) tarafından yazılmıştır. İçeriğinde şimdiye kadar yayınlanmamış mektuplar ve fotoğraflar olan anı kitabı olmuş.

     Şimdiye kadar Deniz hakkında birçok kitap okudum. Genel olarak hep aynı kavramlar anlatılıyordu kitaplarda, fakat bu kitap farklı olmuş. Deniz, sadece Hamdi Abi’nin abisi olmamış bizim de abimiz olmuş. Tabi Can Dündar’ın çok büyük bir rolü var bu konuda. Bir kitaptan çok belgesel tadı yaratmışlar.

     Hamdi Abi’ye, “Abi” diyorum çünkü imza ve söyleşi gününde biraz sohbet etme fırsatımız oldu. “Deniz Abim’i öpemedim ama sizin elinizi öpmek istiyorum.” demiştim de O’da bana güzel kalbiyle, gülümsediğinde gözleri kısık kısık olan bakışlarıyla; “Yerini tutmaz ama Hamdi Abinin yanaklarından öp o zaman.”  demişti. Bu da bana yetti. Artık ikinci bir “Abim” oldu.




     Altını çizdiklerimden;

“Deniz abim, bir süre sonra bizi aştı; toplumun mülkiyetine geçti. 6 Mayıslarda biz bile kalabalıktan mezarlığa yanaşamaz olduk. "Ben kardeşiyim," diye yol istediğimde, "Hepimiz kardeşiyiz!" cevabını alıp gururlandığım çok olmuştur.”


“15 Mart sabahı, iki motosikletle, cam gibi buzlu yola çıktılar. Birinde Deniz ve Yusuf vardı: diğerinde Sinan'la Tayfun. Yol ayrımında durup vedalaştılar. Sinan, Deniz'le Yusuf'a bir daha görüşmeyeceklerini bilir gibi sımsıkı sarıldı. 

Ve ayrıldılar.
Sonsuza dek...”



     Kitabı okurken “Okumaya doymak olmuyor, ölene kadar doymayacağım. İdamı fazla düşündüğüm yok.” (Deniz Gezmiş 15 Ekim 1971) diyen bir adamın henüz 25 yaşında olduğunu unutmayın lütfen !!!



Yenilmişsem
Elim kolum bağlı
Boynumda yağlı ip
Gelip dayanmışsam darağacına

Dudaklarımda yarın
Gözlerim yarınlarda
Unutmak mı gerek seni?

Kapılar kapalı
Tutulmuşsa gece kapkara yollar
Sıcacık bir sevgi
Sunmayacak mıyım insanlara?

Bakmayacak mıyım yarınlara?
Seslenmeyecek miyim insanlara?
                                              DENİZ GEZMİŞ




Bir daha hiçbir kitabın sonu beni bu kadar ağlatmayacaktı…


İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar…










20 Şubat 2015 Cuma

SERENAD - ZÜLFÜ LİVANELİ


     Serenad…

     Ne aşkla, ne özlemle okudum bu kitabı bilemezsiniz. Ne gözyaşlarıyla tamamladım.

     2011 yılıydı ve ben üniversiteye gidiyordum. Malum öğrencilik demek parasızlık demekti. Dost Kitapevi’ne her gittiğimde açıp açıp koklardım kitabı. Hatta bir gün Dost’tan çıkarken elime bir broşür tutuşturdular bir açtım Serenad’ın tanıtımı. O bile beni o kadar mutlu etmişti ki hala saklarım o broşürü kitabımın arasında. İki sene sonra alabilmiştim kitabı, 3 Aralık 2013. Hiç unutmam. Böyle sevgiliye kavuşmak gibi bir şeydi.

     Livaneli benim için bambaşkadır. Bütün kitapları öyledir ama Serenad hep başka olacak sanırım benim için. Serenad’ı okurken sanki roman okumuyor da bir film seyrediyormuşsunuz gibi, o kadar çekici bir hikayesi var. Hikayenin ana kahramanları Maya Duran ve Maximilian Wagner, Maya’nın babaannesi ve anneannesinin ilginç hikayesi, Profesör Wagner’in eşi Sevgili Nadia… Tarih boyunca yaşanan acılar, üzüntüler, eziyetler, ırk ayrımları, birbiriyle iç içe geçmiş yaşantılar, gözyaşları… Kitabı bitirdiğimde bir de bu hikayenin gerçek olduğunu öğrendiğimde tamamen bir tutkuyla bağlandım kitaba. O kadar bağlandım ki kemandan çıkan serenadı hayallerimde yaşattım. O hiç duymadığım müzik, kemandan çıkan o ses hayallerimde o kadar güzeldi ki benim için dünyanın en güzel tınısı. 

     Hala “En sevdiğin kitap hangisi?” diye sorsalar göğsümü gere gere 'Serenad' derim.




     Altını çizdiklerimden;


...ve birden gördüm içimden yükselen çığlığı zorlukla bastırdım elimle ağzımı kapattığımı fark ettim. Buradaydı işte elimdeydi sararmış bir nota kağıdına hala solmamış olan çini mürekkeple yazılmıştı ve üstünde şunlar yazıyordu; 

“SERENADE FÜR NADİA”


“Bir gün dediklerimi değil, demek istediklerimi anlayacak bir erkek çıkmayacak mı karşıma! Hava kötü dediğimde sadece havadan söz etmediğimi anlamak bu kadar zor mu? İlle de, ben bu hayattan bıktım, türünden sözler mi etmeliyim? İşim çok dediğimde, bana sahip çıkacak bir erkeğe ihtiyaç duyduğumu anlayacak biri… Yanımda olmanı istiyorum diyemediğim için bu yağmur içimi ıslatıyor dediğimi nasıl anlamaz? Düpedüz sarıl bana dedikten sonra, sarılmanın ne anlamı kalır! Olmayacak duaya amin deme duygusunu yaşıyorum sürekli. ”



“Her insan kendi hayatının başrolünde oynuyor...”



“İstanbul vefasız bir sevgiliye benzer. Sana hep ihanet eder ama sen yine de onu sevmeye devam edersin...”



“Bir kız çocuğunun büyümesi ne zaman biter acaba? İlk adet gördüğünde mi, 18 yaşını doldurunca mı, evlenince mi, saçına ilk ak düşünce mi?
Bence hiçbiri değil. Bir kız çocuğu büyümez, kaç yaşına gelirse gelsin asla büyümüş gibi hissetmez kendini. Son nefesini içi arzularla, heyecanlarla dolu bir kız olarak verir. Ama değişim yaşar. Hayat o kızı sürekli değiştirir ve bu değişimlerin hiç şaşmayan bir aktörü vardır: Bir erkek.”




“Her zaman olduğu gibi, cehenneme giden yollar yine iyi niyet taşlarıyla döşenmişti.”



“Devlet diye gerçek bir şey yok ki. En tepede kendini devlet sanarak kararlar alan insanların yaşamasına ya da ölmesine karar veren çobanlar var!”



“Bu dünyada nereye gitsen doğanın güzelliği ve insanoğlunun zalimliği karşına çıkıyor.”



"Aramızdaki temel fark ne, biliyor musun? Sen insanlara baktığın zaman üniformalar, bayraklar ve din görüyorsun!"
"Peki, sen ne görüyorsun bakalım?"


"İnsan, sadece insan. Seven, acı çeken, acıkan, üşüyen, korkan bir insan."




-Giriş kapısında niye polis var?
-Onlar uzun yıllardır üniversiteleri, üniversitelilerden koruyorlar.



İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar…



"SAHAFINI KORU-KİTAP AŞKINA" Ankara’ya





     Ankara’da bugün şölen başladı.

     20 Şubat-1 Mart 2015 tarihleri arasında ATO Congresium’da gerçekleşecek 9. Kitap Fuarı’nda 30 Sahaf, 200 binden fazla kitap ve pek çok koleksiyonluk eşya olacaktır.

     Fuara giriş; durumlarını gösteren kimlik kartları ile gelen öğrenci ve öğretmenler için ücretsiz, diğer ziyaretçiler için ise sadece 1 TL.

     Katılımcı listesine buradan ulaşabilirsiniz; http://www.eylulfuar.com/index.php?p=30

     Alan krokisi ise şöyle;


     Hiçbir şey almasanız bile çok değerli, çok emek veren, işlerini severek yapan sahafları gidip görmelisiniz, onlarla sohbet etmelisiniz. Kitap kokusuna hasret kalmayalım.



İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar…





19 Şubat 2015 Perşembe

TESİRSİZ PARÇALAR - ALİ LİDAR


     O kendisine "Dük" diyor ama ben ona “Alengirli Şiirler Yazan Adam” diyorum. Hemen hemen her duvarda şiirlerini, sözlerini bulabilirsiniz Büyük Dük’ün. Uzun zamandır bloğundan takip ediyordum. Bakınız;  http://lidar-kkyy.blogspot.com.tr/ 

     Tesirsiz Parçalar kitabını da bloğundan paylaştığı yazılarla toparlamış. Kitabın tamamı bir öykü ya da bir roman değil. Her bir sayfası ayrı bir hikaye. Ben okudukça Ah Muhsin Ünlü tadı alıyorum biraz. O da böyle alengirli şiirler yazar ya hani.

     Sadece "müzik ikiye ayrılır müslüm ve gayrımüslüm" sözü için bile sevebileceğim adam.

     Kitaptaki hikayeler çok samimi, çok içten yazılmış. Kitabı bitirdiğinizde ne çabuk bitti diyebiliyorsunuz. Dük hayranları için kitaplığınızda bulunması gereken bir kitap.




Altını çizdiklerimden;

"Tesirsiz ne kadar söz varsa ruh cebimde biriktirdim ki zaten ben küçükken de meraklıydım suya yazılar yazmaya."


“Yanisi şu: Sen artık bir şey yapma. Bırak. Eğer seviyorsa seviyordur. Sevmiyorsa da sevmiyordur. Üzerine gitmenin, sıkıştırmanın hiçbir faydası olmaz. Bırak. Sevecekse seni, sever. Sevmeyecekse de ne yaparsan yap sevmez. O yüzden hezeyana kapılıp saçmalama...



“Bazı geceler zaman, bir yerlerde takılıp kalır. Bazı şarkılar sadece böyle zamanda dinleyelim diye vardır. Bazı şiirler ancak böyle zamanlarda anlaşılabilir. Bazı hikayelere sadece ve sadece böyle zamanlarda katlanılabilir. Bazı geceler zaman buzdan bir bıçak kadar sert, soğuk ve şeffaftır. Görünmez bir el onu ruhumuzun en hassas noktasına batırır.”


“Hayatta insanlarda arayıp bulamadığım her şeyi kitaplarda buldum. Başka bir güzel abimin söylediği gibi:" İyi kitaplar dışında kimse elimden tutmadı..."


“Sonra özlüyorsun işte... Onunla çok şey yaşamış da olsan, henüz hiçbir şey yaşamamış da olsan, bir gün öncede görsen, hiç görmemiş de olsan, çörekleniyor içine o melun his... Tarifi zor... Hani anlatmaya üşeniyorum derim ya bazen; aslında o gerçek bir üşenme değil... Ne kadar uğraşırsam uğraşayım anlatamayacağımı bildiğimden, kendi kendime uydurduğum bir savunma mekanizması sadece...”



“Beklerken bir kaç saat geçti. Yanımdan üç beş otobüs, beş on kedi, yirmi otuz insan geçti. Parkın üzerinden siyahın bir sürü tonu geçti. Sıkılıp eve döndüm, kumandaya gitti elim, ekrandan peş peşe programlar geçti. Önümden elinde çay bardağıyla annem geçti. Uzaktan trenler geçti. İçimden kısık sesle söylenen şarkılar geçti. Hatta bir ara içim geçti. Beklerken bir sürü şey geçti, zaman bir türlü geçmedi.”



İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar…






FAKAT MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU-İLHAMİ ALGÖR





     "Tütünümü, anahtarımı aldım, tam çıkıyorum bir şeyin eksik olduğunu, eksik olanın ruhum olduğunu fark ettim. Önemsemedim. Yol bana uygun bir ruh önerebilirdi. Kapıyı çektim, kilidin dili yuvasına otururken, nereye dedi. İplemedim, çıktım."  Cümlesiyle başlar romana İlhami Algör. Ve başladığı gibi de devam eder kitabına, her şey bir eksiktir hayatında ve hiç tamamlanamaz. Hatta her şey o kadar eksiktir ki söylediği küfürler bile tamamlanmıyor.

     Bir nefeste okuyabileceğimiz kitaplardan biri. Öyle bir nefeste okuyorsunuz ki tadı damağınızda kalıyor. Ankara gezimde Dost Kitapevi’nden almıştım kitabımı. Bir çay-kahve içeyim arkadaşlarımı beklerken demiştim de almıştım elime kitabı oturduğum kafede. Normalde çok sesli ortamlarda okuyamam hiçbir şey fakat Müzeyyen bu gerçekten derin bir tutkuymuş. Unutulmayacak kitaplardan.

     Hatta kitabın filmini de çekmişler 2014 yılında Dost’ta ki arkadaşlarla biraz sohbet edince onlar anlattılar bende meraklandım, henüz izleyemedim ama kitaptaki gibiyse muhteşemdir, hele ki Erdal Beşikçioğlu varsa filmde hiç tartışmasına bile girmem.  



"Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku" dedim. Tırsmaya başlamıştım. 
Haklı olabilirdi."Evet, biraz sapık ve tek taraflı bir tutku" dedi, arkasını dönüp gitti.



"Hikaye" dedim. "Gel seninle anlaşalım. Sen yarım kal, adını da yarım kalan hikaye koyalım""Sen zaten neyi tamam ettin ki?" dedi bana."Aslında tam diye bir şey yoktur" dedim. "Her tam bir üst yarımın alt basamağıdır. Yani yarım da bir bütündür."

  

Ve kitabın sonuna ekler;
          -bitse ne olur, bitmese ne?-



 İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar…
 
 

ŞEKER PORTAKALI-José Mauro de Vasconcelos



      “Zeze”

     “Ah Zeze !!”

     Aslında kitabın en kısa özeti bu. Bittiğinde aklınızdan da kalbinizden de geçecek olan cümle “Ah Zeze !!”

     Şeker Portakal’ı çocuk kitabı olarak adlandırılıyor ama bana kalırsa yetmiş küsür yaşıma da gelsem okumaktan asla vazgeçmeyeceğim değerli kitaplarımdan. Kaç sefer okudum bilmiyorum. Sayamadım. Her okuduğumda bana farklı bir tat veriyor. Ne zaman kütüphanemde kitap arayışına çıksam yine gözüm hep onu arıyor. Değerlidir. Değerlimdir.

     Zeze 5 yaşında küçük ama aynı zamanda kocaman olan bir çocuk. Okuyunca hayal gücüne hayran kalacaksınız. İlk defa bir Noel gecesi fakir olduklarını hatırlıyor ve hikayesi bunun üzerine başlıyor. Kitabı çok anlatmakta istemiyorum okunmalı ve sevilmeli şeker gibi bir kitap. MEB yasaklar listesine alsa da çocuklarıma ilk okutacağım kitaplardan. Bir de bunun Küçük Prens’i var aynı zamanda.

     Okuyunca hem hüzünlenip hem de gülüyorsunuz. Kaç yaşında olursanız olun Zeze sizi çocukluğunuza götürüyor ve o küçücük olan yüreğinin nasıl büyük işler yaptığını gösteriyor size. İnsanların asıl ihtiyaçları olan sevginin her şeyi nasıl değiştirebildiğini bizlere anlatıyor.



“Daha çok anlat” dedim.
“Hoşuna gidiyor mu?”

“Çok. Elimden gelse seninle sekiz yüz elli iki bin kilometre hiç durmadan konuşurdum.”
“Bu kadar yola nasıl benzin yetiştiririz?”
“Gider gibi yaparız.”



''Hepimiz büyüktük. Küçük küçük parçalarla, 

aynı üzüntüden payını alan büyük ve hüzünlü kişiler. ''



“Kimseden hiçbir şey beklemiyorum. Böylece hayal kırıklığına da uğramamış oluyorum.




"Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını fark edemiyorum. Bazen suratıma garip bakıyorlar, o zaman uyanır gibi oluyorum."



İyi okumalar dilerim.
Kalbi Selamlar...






18 Şubat 2015 Çarşamba

EMRAH SERBES





     Merhaba,

     Bugün ki yazımızda ve ilk yazımız da oluyor aynı zamanda sizlerle Emrah Serbes ve kitapları hakkında sohbet etmek istedim.
     
     Emrah Serbes ile üniversite yıllarımda tanışmıştım. Tabi bunda Ankara'da okumamın ve bir polisiye hayranı olmamın etkileri büyüktü. Behzat Ç. ile başladım O'nu tanımaya, dizi içine çekmişti beni.
     Ardından kitapları "Her Temas İz Bırakır", "Son Hafriyat", "Erken Kaybedenler", "Hikayem Paramparça" ve "Deliduman". Ve de altını bastıra bastıra çizdiğim cümleler...

"İnsan ayrılınca değil, yeniden kavuşma ümitleri tükenince yıkılır." (Deliduman-S.160)

"Acı dolu bir dünyada yaşıyorduk ve bu acıların mantıklı bir açıklaması yoktu." (Deliduman-S.99)

"İnsan babasından nefret etti mi, bütün dünyaya posta atabilir." (Her Temas İz Bırakır-S.100)

"Suskunluk bulaşıcıdır." (Son Hafriyat-S.100)

"Okudukların yaşadıklarını değiştirir, değiştirmese bile farklı bir gözle görmeni sağlar." (Erken Kaybedenler-S.123)

     Hani böyle ne yazsa okuyacağın yazarlar olur ya. Emrah Serbes de benim için öyle. Hatta şöyle izah edeyim alışveriş listesini yayınlasa zevkle okurum. Seviyorum elimde değil. Anlatımı o kadar içten, o kadar bizden ki alıp biramı, fıstığımı kapısını çalasım var.

     Ankara'nın kokusunu alabileceğimiz yazarlarımız vardır ya hani; Barış Bıçakçı, Hakan Günday, Emrah Serbes gibi. Okudukça daha çok seviyorum. 'İnsanın yüreğini sıkıştıran kitapların yazarları' diye adlandırıyorum bu üçlüyü.

"Bazen konuşurken birbirimize dokunuyormuşuz gibi hissediyorum." demişti bir ara
"Sanki konuşmuyoruz da sarılıyoruz."

"Uçurumlar, dik yokuşlar, yahut buna benzer şeyler beni asla yıldıramaz. Çünkü şunu çok iyi biliyorum ki bu hayatta en kestirme yol, en dik olandır."



İyi okumalar diliyorum.
Kalbi Selamlar...





MERHABA :))

     Merhabalar,

     Uzun bir süredir hayalini kurduğum bir işe kalkıştım bugün. Okuduğum, takip ettiğim yazarları naçizane sizlerle paylaşmak istedim. 

     Sizler de bilirsiniz okuma oranımız oldukça aşağılarda. Elimden geldiğince,
anlatabildiğim ve sevdirebildiğim kadar paylaşımlarda bulunuyorum.

     Öncelikle biraz kendimden bahsedeyim sizlere, Gazi Üniversitesi muhasebe ve finansman öğretmenliği mezunuyum, lakin gelin görün ki öğretmenlikte gözüm yok, şimdilik özel bir firmada çalışıyorum ayrıca Okan Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimime devam ediyorum. Tezimi verip mezun olursam zaman kaybetmeden doktoraya başlayacağım. Anlayacağınız okumak okumak okumak... 
     
     Hayatımda kitaplar oldukça büyük yere sahip, öyle ki odamda kitaplarım kalıyor ben sadece uyumak için gidiyorum odaya. Ve de çok fazla antika hayranıyım. Pikaplar, plaklar, daktilolar, sandıklar, kitaplar, radyolar, fotoğraflar... Eski olan ne varsa güzeldir, yaşanmışlıktır, unutulmamalıdır. 

     Bir çok arkadaşımın isteğiyle öykü hayatıma başladım fakat henüz yayınlayacak kadar cesaretim yok. Bir gün o cesareti göstereceğime inanıyorum. Ve o günü bende sabırsızlıkla bekliyorum.

İyi okumalar.
Kalbi Selamlar...